NUMARALI
HADİS-İ ŞERİF:
حَدَّثَنَا
أَحْمَدُ
بْنُ
مُحَمَّدِ
بْنِ ثَابِتٍ
حَدَّثَنَا
عَلِيُّ بْنُ
حُسَيْنٍ
عَنْ أَبِيهِ
عَنْ يَزِيدَ
النَّحْوِيِّ
عَنْ عِكْرِمَةَ
عَنْ ابْنِ
عَبَّاسٍ
قَالَ إِنَّمَا
جَزَاءُ
الَّذِينَ
يُحَارِبُونَ
اللَّهَ
وَرَسُولَهُ
وَيَسْعَوْنَ
فِي الْأَرْضِ
فَسَادًا
أَنْ
يُقَتَّلُوا
أَوْ يُصَلَّبُوا
أَوْ
تُقَطَّعَ
أَيْدِيهِمْ
وَأَرْجُلُهُمْ
مِنْ خِلَافٍ
أَوْ
يُنْفَوْا
مِنْ
الْأَرْضِ
إِلَى
قَوْلِهِ
غَفُورٌ
رَحِيمٌ
نَزَلَتْ
هَذِهِ
الْآيَةُ فِي
الْمُشْرِكِينَ
فَمَنْ تَابَ
مِنْهُمْ
قَبْلَ أَنْ
يُقْدَرَ
عَلَيْهِ
لَمْ
يَمْنَعْهُ
ذَلِكَ أَنْ
يُقَامَ فِيهِ
الْحَدُّ
الَّذِي
أَصَابَهُ
İbn Abbas (r.a.) şöyle
demiştir:
"Allah ve Rasülü
ile savaşanların ve yeryüzünde fesat çıkaranların cezası öldürülmeleri veya
asılmaları ya da ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi veya yerlerinden
sürülmeleridir... Bu onlara dünyada bir rezilliktir. Onlara ahirette de büyük
azab vardır. Ancak onları yakalamanızdan önce tevbe edenler bunun dışındadır.
Biliniz ki Allah bağışlar ve merhamet eder." ayeti müşrikler hakkında
nazil oldu. Onlardan her kim yakalanmadan önce tevbe ederse bu kendilerine lâzım
olan haddin uygulanmasına mâni olamaz.
İzah:
Nesâî, tahrimu'd-dem
Abbas'dan Selen son
naber dışındaki tüm hadisleri, aynı olaydan bahseden bir hadisin, biri
birinden küçük farklarla ayrılan değişik rivayetleridir. 4372 numaradaki son
haber de, hadislerde geçen, Maide suresinin 33. ayetinin nüzul sebebi
konusundaki İbn Abbas'ın görüşünü ifâde etmektedir. Tüm rivayetler aynı hadise
ile ilgili olduğu için izahı hadislerin sonuna bırakmayı uygun bulduk.
Önce diğer hadis
kitapları ile tarih ve siyer kitaplarındaki nakilleri de göz Önüne alarak
hadiseyi vermek sonra da hadisin ihtiva ettiği fıkhî hükümlere geçmek
istiyoruz:
Urayne veya Ukl
kabilesinden yedi sekiz kişilik bir grup Medine'ye gelerek müslüman oldular.
Ancak Medine'deki ikametleri esnasında, Medine'nin havası kendilerine ağır
geldi ve hastalandılar. Renkleri soldu, zayıf ve bitap bir hale düştüler. Hz.
Nebi (s.a.v.)'e müracaat ederek, şehri terkedip develerin yanına gitmek
istediler. Rasulullah da develerin yanına gitmelerine izin verdi ve tedavi
olmaları için, develerin idrar ve sütlerini içmelerini tavsiye etti. Develer,
Küba civarında, Zü'1-Hader denilen yerde idi. Sayılan 15 kadar olan bu develer
sağılıyordu. Bir kısmı zekat devesi, bir kısım da Rasulullah'm şahsi malı idi.
Adamlar develerin
yanına gittiler, efendimizin tavsiyesi istikametinde süt ve idrarlarından
içtiler. Allah'ın izni ile tedavi oldular, iyileşip kendilerine gelince,
irtidat ettiler ve develerden birisini kestiler. Çobanlardan birisinin de
ellerini ve ayaklarını kestiler, gözlerine diken batırarak oydular ve güneşin
ortasında ölüme terkettiler. Geri kalan develeri de alıp götürdüler. Sağ kalan
çoban, Medine'ye gelerek hadiseyi Rasulullah'a haber verdi. Rasulullah hemen
peşlerinden yirmi kişilik bir süvari müfrezesi gönderdi. İçlerinde iz sürücüler
de vardı. Başlarında Kürz b. Cabir el-Cihrî bulunan bir müfreze kısa zamanda
sakilleri yakalayıp Rasulullah (s.a.v.)'a getirdi. Hz. Nebi (s.a.v.) de onları
kendi yaptıklarına uygun bir şekilde cezalandırdı. Ellerini ve ayaklarını
kestirdi, gözlerine mil çektirdi ve Han'a denilen yere güneşin altına attırdı.
Sıcağın altında: "su su!" diye bağırdıkları halde hiç kimse bunlara
su vermedi. Böylece geberip gittiler.
İslam'dan dönen,
develeri çalan ve çobanı işkence ederek öldüren Uraynalılara verilen bu ceza,
bir çok alime göre hadislerin tercemesi esnasında meali verilen, Maide
suresinin 33. ayetinin nüzulüne sebep olmuştur. İşaret edilen ayette Cenab-ı
Hak, Allah'a ve Rasulüne karşı savaş açanlara verilecek cezayı beyan
buyurmuştur. Ayet-i kerimede Rasulullah'm uygulamasından gözleri oyma
dışındakiler bırakılmıştır.
Konu ile ilgili fıkhı
ahkama geçmeden önce akla gelmesi muhtemel bir iki noktaya işaret etmek
istiyoruz.
1- Rivayetlerden
birisinde Rasûlü ekremin, adamların el ve ayaklarını kestirdikten sonra
damarlarını dağlamayıp, kanın akmasına göz yumduğuna işaret edilmektedir.
Hırsızlık ve yol kesme gibi suçlara uygulanan el ve ayak kesme cezalarında,
kanın durması için kesilen yer ateşle dağlanıp damar büzdüriildüğü halde acaba
burada niçin yapılmamıştır?
Bu somya şöyle cevap
verilmiştir: Bu adamlar dinden çıktıkları için zaten ölümü hak etmişlerdir.
Dolayısıyla ölümlerini engelleyecek bir muamelede bulunmaya gerek yoktur.
2- Rasulullah (s.a.v.) bunlara,
el ve ayaklarını kesmenin yanı sıra, gözlerini oymak, çöle terkedip su
vermemek gibi çok katı cezalar vermiştir. Oysa Müsle İslamda haramdır.
Rasulullah bu cezaları niçin vermiş olabilir?
Bu muhtemel soruyu da
şöyle cevaplamak mümkündür: Kadı Iyaz'ın bildirdiğine göre bu ceza hudud ve
muharebe ayeti inmeden önce verilmiştir. Dolayısıyla efendimiz bu cezayı, had
olarak değil, kısas olarak vermiştir. Müslüman çobanın gözünü oydukları için
kısas olarak Rasulullah da onların gözlerini uydurmuştur. Ama ayet indikten
sonra bu ceza neshedilmiştir. Bazı alimlere göre ise, muharebe ayeti, hadiste
anılanlar hakkında inmiş ama Rasulullah onların çobana yaptıklarına karşılık
kısas olarak bu cezayı vermiştir.
Çöle atıldıktan sonra
bunlara su verilmemesi mes'elesine gelince, Hz. Nebidin su verilmemesi yolunda
bir emri yoktur. Suyu sahabeler vermemişlerdir. Kadı Iyaz'a göre ölüme mahkum
edilen birisinin bir de su verilmemek suretiyle cezalandırılması caiz değildir.
Nevevi'ye göre ise bu adamlar dinden dönüp çobanı öldürdükleri için ne su
istemeye ne de başka bir iyi muameleyi beklemeye haklan yoktur. Hatta yanında
abdest alacak kadar su bulunan kişinin o suyu ölümden ya da şiddetli susuzluktan
korkan bir mürtede verip de teyemmüm etmesi caiz değildir. Fakat suyu isteyen
bir zımmi veya hayvan olursa vermek gerekir.
Hadis-i şeriflerde
temas edilen Maide suresinin 33. ayetinde anılan cezaların Allah Rasûlüne
karşı muharebe edenlere mahsus olduğunu görüyoruz. Hadiste anlatılan hadisede
ise Urayneliler, dinden çıkmışlar, çoban öldürmüşler ve deve çalmışlardır.
Bunların yaptıkları,
"Muharebe" kelimesinden ilk aklımıza gelen anlam içine girmemektedir.
O halde ayet-i kerimedeki muharebebe sözcüğünden neyi anlayacağız? Bunu
açıklığa kavuşturmamız gerekir.
Aşağı yukarı görüşü
nakledilen alimlerin tümüne göre ayetteki muharebe edenden maksat, silahla
insanlara saldıran, onların mallarına ve canlarına musallat olan kişi ya da
kişilerdir. Ulemâ bu anlayışta hem fikir oldukları halde saldırının şehir içi
ve şehir dışında olması halinde muharebe
hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağında ihtilaf etmişlerdir.
İmam Malik, İmam Şafii,
Ebu Sevr ve İbnu'l-Münzir'e göre; ister şehir içinde olsun ister şehir dışında,
insanlara saldırıp canlarına ve mallarına göz dikenler ayetteki muharebenin
şümulüne girerler. Süfyan'ı Sevrî, İs-hak ve Ebû Hanife'ye göre muharebe
hükümlerinin sabit olması için saldırının şehir dışında olması gerekir. Şehir
içindeki saldırılarda muharebe ahkamı câri değildir.
Ayet-i kerimede,
Allah'a ve Rasûlüne karşı savaş edenlere birtakım cezalar öngörülmektedir. Bu
cezaların hepsi mi verilecektir? Hakim bu cezalardan istediğini vermekte
muhayyer midir? Yoksa ayetteki belirli cezalar belirli suçlara mı hastır? Bu
konu alimler arasında tartışmalıdır. Şimdi bu konudaki görüşleri Kıırtubi'nin
tefsirinden naklen vermek istiyoruz:
1- Suçluya suçu
nisbetinde ceza verilir; yolda korku yaratıp mal alanın eli ve ayağı
çaprazlama (sağ eli sol ayağı) kesilir. Eğer hem mal alıp hem de adam öldürürse
önce eli ve ayağı kesilir sonra asılır. Adam öldürüp mal almazsa öldürülür.
Şayet adam öldürmez mal da almazsa memleketinden sürülür. Bu görüş İbn Abbas,
Nehaî, Ata el-Horasanî ve İbn Mic-lez'e aittir.
2- İmam-ı Azam Ebu
Hanife'ye göre; adam öldürürse öldürülür. Mal alır da adam öldürmezse eli ve
ayağı çaprazlama kesilir. Hem adam öldürür hem de mal alırsa, otorite sahibi muhayyerdir; isterse
elini ve ayağını kesip öldürür ve asar, isterse elini ayağını kesmeden öldürür
ve asar.
3- İmam Şafiî'ye göre;
mal alırsa sağ eli kesilir ve dağlanır. (Kanın durması için bileğin damarı
ateşle veya kızgın yağla büzdürülür), sonra sol ayağı kesilir, dağlanır ve
serbest bırakılır. Adam öldürürse Öldürülür. Hem mal alır hem de adam öldürürse
öldürülür ve asılır. İmam Şafiî'den, asmanın üç gün süreceği rivayet
edilmiştir.
4- Ahmed b. Hanbel'e
göre; adam öldürürse Öldürülür, mal alırsa Şafii'nin dediği gibi sağ eli ve
solayağı kesilir.
5- Bazı alimlere göre;
devlet başkanı, Allah ve Rasulü ile savaşana ayette anılan cezalardan birisini
vermekte muhayyerdir. Hem öldürmek hem asmak veya hem el ve ayak kesip hem de
öldürmek gibi birden fazla cezayı aynı anda vermek caizdir. Bir rivayette İbn
Abbas, İmam Malik, Said b. el-Müseyyeb, Ömer b. Abdi'1-Aziz, Mücahid, Dahhak ve
Nehâî bu görüştedirler.[Kurtûbî, el-Câmi'li Ahkâmi'l-Kur'ân, VI, 151, 152.]
Hanefî mezhebine göre,
yolculara baskın veren, fakat mala ve cana dokunmadan sadece onları
korkutanlara verilecek ceza nefy yani sürgündür.
Ulemâ, ayette geçen
"nefy=(sürgün)"den maksadın ne olduğunda da ihtilaf etmiştir. Kimine
göre maksat, İslam ülkesinden çıkarmak, kimine göre doğup büyüdüğü
memleketinden başka bir yere sürmek, kimine göre hapsetmek, kimine göre
yakalanıp cezalandırılıncaya kadar devamlı olarak takip edilmesi, kimine göre
de suçu işlediği memleketten başka bir yere sürülmesidir. Hanefîlerin muteber
görüşüne göre maksat hapistir. Arap edebiyatında hapse atılan için
"Dünyadan sürülmüş" tabiri kullanılmaktadır. Bir dörtlükte
mahbuslarcîan biri şöyle demiştir:
"Dünyalı olduğumuz
halde dünyadan çıkmışız.
Ne ölüler,ne dinler
arasında sayılırız.
Bir şey için yanımıza
gelse bir gün garaliyan,
'Bu dünyadan gelmiş'
diye şaşıp kalırız."
Yukarıya aldığımız
izahattan anlaşılacağı üzere âyetteki Allah'a ve Rasulüne karşı savaş
açanlardan maksat yol kesici eşkıyalardır.